Mavi » Yazarlar » Bülent Velioğlu »  Sanatın gücü

Sanatın gücü

Sanatın gücü

Sanat… Yaratıcılığın, soyut düşüncenin ve hayal gücünün ifadesi.

Üç dildeki anlamlarına bakarsak; İngilizce: Art, Almanca: Kunst, Arapça: Sun-i’den sanat. Hepsinin türedikleri kök sözcüklerin anlamı “yapay”, yani doğal olarak bulunmayan, üretilmiş. Sanatın başka bir ortak yanı da, yeryüzünün çok farklı bölgelerinde birbirlerinden bağımsız olarak doğmuş olmasıdır. Bu da gösteriyor ki sanat, insana öğretilmeden ve yönlendirilmeden doğasından gelen dürtülerle ortaya çıkan yüce bir olgudur. Farklı bir deyişle, insanı diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik, soyut düşünce ve sanat üretebilme yetisidir.

İlk sanat örnekleri neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Basit bir kıyaslama ile tarihin başlangıcı kabul edilen yazının icadının geçmişi 6 bin yıl iken, bilinen en eski mağara resmi 40 bin yıl, üzerleri delinmiş salyangoz kabukları dizisi 75 bin yıl, boya saklamak için üretildikleri düşünülen kaplar ise 100 bin yıl yaşındadırlar.

Yapılan bilimsel çalışmalar, insanın sadece sanat üretirken değil, sanat ürünlerini izlerken de mutluluk hormonu salgıladığını ortaya koymuştur.

Sanat, muhalif ve eleştirici oluşu, felsefî derinlikleri, gözlem gücü, öncü oluşu ve müphemlikleri ile insanı düşünmeye ve sorgulamaya yönlendirmesi nedenleri ile vazgeçilmezdir. Aynı zamanda çok verimli olması dolayısıyla eğitimin temel taşıdır. Sanat tarihçi, eleştirmen ve küratör Dr. Necmi Sönmez “Sanat, en uzak ve doğru rotayı gösterir.” diyerek özlü özetlerden birini ortaya koymuştur. Bazen gerçek kahramanlardan daha fazla, sanatın hemen her dalından sanatçıların yarattıkları “sanal” kahramanlar için tarih boyunca akademik tezler, makaleler, kitaplar yazılmış;  psikolojik, sosyolojik, felsefî boyutları olan irdelemeler, tahliller ve yorumlar yapılagelmiştir. Sayısız örnek içinden, Leonardo da Vinci’nin “Mona Lisa”sı için 500 yıldır; Yaşar Kemal’in “İnce Memed”i, Sabahattin Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf”u ve Kürk Mantolu Madonna’sındaki “Raif Efendi”si, R.N.Güntekin’in “Çalıkuşu Feride”si için onlarca yıldır yazılan sayısız yazıyı gösterebiliriz.

Yine sanatın ve sanatçının hayal ve öngörü, kısaca yaratıcı gücünün bilime dahi öncülük ve rehberlik ettiğine örnek olarak, Jules Verne’in “Denizler Altında 20 bin fersah”, “Ay’a Seyahat”, “80 Günde Devr-i Alem” romanlarını anımsatmak yeterlidir sanırım.

Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sındaki “Raskolnikov”u, Cervantes’in “Don Kişot”u, Tolstoy’un “AnnaKarenina”sı, GustaveFlaubert’in “Madam Bavory’si, Victor Hugo’nun Sefiller’indeki “Jean Valjean”ı  ve daha niceleri hayatımızın en azından bir bölümünde yaşamımızın birer parçası olmamış mıdır? Bu kahramanların “sanal” olduklarını aklımıza bile getirmeden, olaylar ve durumlar karşısındaki tercihlerini ve davranışlarını düşünürken ve yorumlarken “Ben olsam ne yapardım?” sorusu hepimizin beynini zorlamıştır.

Kocaman bir karanlık boşluk içinde sinema perdesiyle baş başa kaldığımız saatlerde bazen gözyaşları içinde  bazen kahkahalar atarak izlediğimiz Ertem Eğilmez’in “İnek Şaban”ını, Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfındaki “Mahmut Hoca (Kel Mahmut)”u, Yavuz Turgul’un Eşkıya’sındaki “Baran”ı,  Ömer Kavur’un Anayurt Oteli’ndeki “Zebercet”i, Sinan Çetin’in “Çiçek Abbas”ını,  Atıf Yılmaz’ın Selvi Boylum Al Yazmalım’ındaki “Asya”yı ve daha nicelerini unutmamız mümkün mü?

Hangimiz insanlığın güvenliği için özveri ile çalışan gerçek polis dedektiflerinden bir kaçını, Mike Hammer, James Bond, Sharlock Holmes kadar tanıyoruz ve maceralarını biliyoruz?

Canlı icrası ile sanatın vaz geçilmezdallarından olan tiyatrodan söz etmeden ve Geleneksel Türk Tiyatrosu karakterleri “Hacivat-Karagöz”’ü ve ortaoyunundaki “Kavuklu-Pişekar”ı, William Shakespeare’in “Hamlet”ini, “Kral Lear”ini, “Romeo ve Juliet”ini, Haldun Taner’in “Keşanlı Ali”sini, Sadık Şendil’in “Yedi Kocalı Hürmüz”ünü anmadan geçmek olur mu?

Gazete ve dergimizi elimize aldığımızda ilk baktığımız karikatür köşelerinden bizleri güldüren, düşündüren, hüzünlendiren ölümsüz karakterler Oğuz Aral’ın “Avanak Avni”si, Turhan Selçuk’un “Abdülcanbaz”ı, Behiç Pek-Latif Demirci’nin “Muhlis Bey”i, Özden Öğrük’ün “Çılgın Bediş”i, Ramiz Gökçe’nin “Tombul Teyze”si ve arkadaşları bize göz kırpıyorlar.

Şiirde Ahmet Muhip Dıranas’ın “Fahriye Abla”sı ve heykelde Aguste Rodin’in “Düşünen adam”ı fanilere inat dünya durdukça yaşayacaklar.

Ve… Sonuçta hepimiz ezelden ebede Samuel Beckett’in “GODO”sunu beklemiyor muyuz?

 

Yazar Hakkında

Bülent Velioğlu

Bülent Velioğlu