Mavi » Yazarlar » Semih Korkmaz »  Gamgüsâr

Gamgüsâr

Gamgüsâr

Amicus certus in re incerta carnitur*

Gamgüsâr

            Başlıkta bahsettiğimiz kelime Osmanlıcada gam ve kederi def eden, teselli veren anlamındadır, yani bildiğimiz dostluk aslında. En eski destansı metinlerden beri görürüz dostluğu; Gılgamış ve Enkidu, Dante ve Vergilus, Don quijote ve Sancho, hatta Zagor  ve çiko, kaptan Swing ve mister Blöf…

Filozoflar ve düşünürler yıllarca anlam vermeye, belki de anlamaya çalışmışlar ve türlü çıkarımlar yapmışlardır. Örneğin Çiçero şöyle der; “Dostluk, kutsal ve insani her konuda tatlı bir duygu birliği içeren ve buna nazik duygular ve bağlılığın da eklendiği bir ilişkidir.”, Montaigne ise; İki ayrı bedende tek bir ruh olduğunu iddia ederek,”dost benim kendimdir” demiş ve özdeşlik kavramına değinmiştir. Olmazsa olmaz Aristotalesin, dostun ikinci bir benlik olduğuna ilişkin iddiası da paylaşılan bir kimlik anlamına gelmektedir. Bizden biri ile devam edelim, en büyük düşünürlerimizden Mevlana Celalettin Rumi ile… Şems-i Tebrizi Şam’a döndüğünde Mevlana’ya ileri geri laflar ederler. O ise şu cevabı verir; “O’nun ışığı varmazdan önce ölü bir nakıştım sadece taş duvarlarınızda. O elindeki yay ile vurmazdan önce tellerime; hep aynı nameyi çalıp söyleyen, kendi sesine yabancı kuru bir rebaptım. Ben onun avucunda bağlar, ağaçlar görür; deryalar gibi geniş, deryalar kadar berrak sular görürüm. Onun avucunda çıkan ağaçların gölgesinde dinlenirim. Lakin siz bunların hiç birini göremezsiniz.” der ve ekler; “İyi dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur.”

            Mevlana’dan 700 yıl sonra yaşamış Nietzsche, “Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabında tekrarlar bu sözü; “Dostunu uyurken gördün mü hiç? –bilmek için nasıl göründüğünü- kendi yüzündür o senin, pürüzlü ve kusurlu bir aynada”. Çünkü ona göre; gerçek dostlar, kendi yaşamımıza belli bir mesafeden ve farklı bir bakış açısından bakmamızı sağlar. Dost, insanın en iyi düşmanı olmalıdır… Gerçek dostlukta kişinin kendisinden ve kendi çıkarlarından ayrı olarak dostunun ve onun çıkarlarının değerini takdir etmesi gerekir. Dost adına dost için kaygılanmak, ikisinin de hakkını gözetmeyi gerektirir. Oldukça popüler olan, dostların “kara gün” için olduğu fikrinin aksine “Gerçek dost sana muhtaç olan dosttur”.  Nietzsche bir keresinde; dostlar arasındaki bağı yaratan şeyin insanın dostunun iyi talihini takdir edebilme yeteneği olduğunu söylemiştir. Kederli zamanda anlayış göstermek değil, sevinçli zamanda dostluk etmek insanları dost yapar. Görevimiz olduğunu düşündüğümüz için değil, bunu istediğimiz için dostluklarımızın sağlam kalmasına çalışmalıyız. Çıkarlarımızı dostluğun dışına çekip atamayız bir türlü, çıkar uğruna dost olmasak bile, çıkarlarımız sırıtır hep dostluklarımızın içinden. Dostların kendi çıkarlarını dışa vurması, onların özellikle paylaştıkları ortak şeylerden tat almalarıyla her birinin bireyliğini ötekiyle uzaklaştırması arasındaki dengenin kurulması ve korunmasında zorunlu bir rol oynar. Farklılığı kabul etme ve onunla uzlaşmaya gönüllü olma, dostluk açısından duygusal derinlik ya da dostunu kollama ve ona duyarlılık gösterme yeteneği kadar önemlidir. İnsan, özellikle modern dünyada ötekini anlamanın sınırlarını kabul ederek dostunun ayrılığı ve bağımsızlığına saygı duymalıdır.

Ülkemizde genellikle sol jargonda kullanılır “dost”.  Bir çok şiir, roman ve hatta sinema eserinde görebiliriz bunu. 1971 SBF baskınında başına aldığı ağır darbeler sonucu çok genç yaşta hayatını kaybeden Arkadaş Özger’in bir şiiri vardır mesela, Ahmet Kaya’nın çok güzel okuduğu; “Alnını dağ ateşiyle ısıtan / yüzünü kanla yıkayan dostum / başını omzuma yasla / göğsümde taşıyayım seni / gövdem gövdene can olsun… 1974 yapımı, Yılmaz Güney’in ünlü “Arkadaş” filminde kadın karakter bir tokat atar Güney’e, ve cevap verir Yılmaz Güney; “bu tokadın hesabını bir gün mutlaka soracağız…” (Türk solu tokat manyağı olur sonra ama olsun). Peki hangimiz unutabilir siyasi bir mahkum olan İnci ile Barış adlı bir çocuk arasındaki dostluğu anlatan Uçurtmayı Vurmasınlar filmini? İnci’nin mahkumiyetinin bitişinden sonra, O’nun gittiğini fark ettiğinde kendisini unuttuğu düşüncesi ile avluda tek başına oturduğu sahnede hangimizin gözleri dolmadı? “-Niye uçmuyor İnci?”, “-Uçar bir gün”, “-Sen artık yıldız görebiliyor musun İnci? Bizim göğümüzün bir tek gündüzü var, senin göğünde akşam oluyor mu?”… 1971 yapımı “Üç Arkadaş” filminin sonunda kadın kahraman Gül’ün sadece Murat’a değil, Mıstık’a ve Mösyö Artin’e de kavuşması , beraber kurdukları hayallere gönderme yaparak hep beraber kol kola yürümeleri filmin kurduğu dostluk yapısını da çok güzel gösterir. Atilla Dorsay bu filmi “Modern zamanlar ninnisi” olarak adlandırır. Finalde söyledikleri “Yaslı gittim şen geldim / aç koynunu ben geldim” şarkısının dizeleri ünlü şair Oktay Rıfat’ın babasına aittir. (Oktay Rıfat’ın annesi Nazım Hikmet’in teyzesidir, TİP başkanı Mehmet Ali Aybar ve Ali Fuat Cebesoy ise kuzenleri)

Stephen King’in bir romanından uyarlanan “Yeşil Yol” filminde idamlık dev bir siyahi anlatılır. John Coffey (kahve gibi patron! ama farklı yazılıyor) şöyle der; “Yoruldum patron, yollarda, yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum. Yanımda hiç arkadaş olmamasından bıktım… ne yapacağımı nereye gideceğimi söyleyecek bir dostum olmamasından bıktım…” hemen hemen aynı tarihsel dönem ile ilgili hemen hepimizin bildiği John Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar” adındaki dev eseri aslında bir şiirden çıkmıştır. Şair Robert Burns’un “En iyi planları farelerin ve insanların, sıkça ters gider.” İki mevsimlik tarım işçisinin, George ve Lennie’nin hikayesidir anlatılan; tamamen zıt karakterdedirler ama ortak yanları da vardır, hayalleri ve dostlukları…

Adı; “Kurtlukta düşeni yemek kanundur” sözünden gelen Kemal Tahir’in ünlü “Kurt Kanunu” romanında beni çok etkileyen bir bölüm vardır; İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinden Abdülkerim hakkında verilen idam kararı yüzünden kaçaktır, bir gece yarısı Beşiktaş’ta eski arkadaşı Emin’in evine gelir. Kapıyı açan Emin Bey’in ablası; Abdülkerim’i tanır ve başlarına bir iş gelir korkusuyla “Emin Bey evde yok” diyerek yalan söyler. Abdülkerim hiçbir şey söylemeden gider. Sesleri duyan Emin Bey, üst kattan aşağıya inerek ablasına kimin geldiğini sorar. Perihan gerçeği söyler; “Abdülkerim Bey gelmiş abi…almadım içeriye”… bunun üzerine Emin Bey, kendisine engel olmak isteyen ablasını kolundan savurarak sokağa fırlar ve var gücüyle bağırır; “Arkadaaaş… Arkadaaaş…Emin’i arayan arkadaş!... Buradayım ben, buradayım!...” yazımız boyunca aradığımız ve sözünü ettiğimiz de aslında budur; Buradayım ben diyen bir arkadaş!

* Gerçek dost belirsizlik anlarında belli olur.

Yazar Hakkında

Semih Korkmaz

Semih Korkmaz