Mavi » Yazarlar » Mehmet Şimşek »  Kabağın ikonografisi

Kabağın ikonografisi

Kabağın ikonografisi

Aslında yazının başlığına ‘kabağın sosyolojisi’ dense yeriydi. (Meraklıları için hemen belirteyim ki,  İngiliz sosyoloğu Anthony Giddens’in ‘kahvenin sosyolojisi’ adlı kuşatıcı makalesini okumalarını tavsiye ederim. M.Ş)
Ancak benim simgesel bir dil bağlamında ikonografiyi tercih sebebim Düzce’de kabağın algı/değişim ve dönüşümüne ilişkin deneme olacak…

KABAĞIN BAŞLIK PARASI OLDUĞU YILLAR

1970’li yıllarda Düzce’de ‘kabak’ dendiğinde tereddütsüz ilk akla Bolu ve Bolular gelirdi.  Bolulular ile ‘Kabakçılar’ diye şakalaşılırdı.  Ne var ki, gün geldi devran döndü Bolulular’la özdeştirilen ‘kabak’ Düzce’nin marka değeri haline geldi.
Peki bu nasıl oldu?
Düzce’de görüşlerine önem verdiğim dostlara sordum.
İlginç cevaplar aldım.
Bolulular’ın geçmişte  ‘gelin almada’ başlık parası niyetine bir öküz arabası kabak  önerdiklerini öğrendim.  

İZMİR’DE ORTA SAHAYA KONULAN KABAK

Bolu ve Düzcelilerin kabakla olan birbirinden ilginç hikayeler var.
Alın size ‘kabak’ın bir ikonografik hikâyesi daha…
Bunlardan en ilginci 24 Mayıs 1980 yılında İzmir Atatürk Stadyumu’nda yaşandı.
Sahadaki rakiplerden biri Düzcespor diğeri ise Bolusporb Kazanan 1. Lig’e çıkacak (o zamanın Süper Ligi). Nefesler tutulmuş maçın başlamasına saniyeler var.
Fakat o da ne?
Tribünden atlayan ateşli bir Düzce taraftarı kucağındaki kabakla orta sahadaki başlama noktasına doğru koşuyor.  Herkes ne olup-bittiğini merak ederken santra noktasına kabağı yerleştiriyor. Birkaç saniye sonra güvenlik kuvvetleri genci ve kabağı kenara alınca maç başlıyor.  Düzceli genç bu eylemiyle Bolulular’a ‘kabakçılar’ demek istiyor.
Karşılaşmanın sonunda adeta o kabak Düzcespor’un başına fena patlıyor.  Boluspor karşısında 3-0 mağlubiyet alan Düzcespor’un 1. Lig’e çıkma hayalleri hezimete dönüşüyor.

SOSYALLEŞME GECELERİNİN FİNAL İKRAMI

Şimdilerde hâlâ var mıdır bilmiyorum.  Çocukluğumdan hatırlıyorum.  Köylerde ‘mısır mecisi’ yapılıyordu.  Evlerin geniş bahçelerinde köyün kız ve delikanları karşılıklı olarak oturup bir bakıma toplanmış olan mısırın bir anlamda hasadını gerçekleştiriyorlardı.  Mısır ortaya yığın olarak yığılıp, soyulurdu. Köyler için kendi başına eğlence halini alan meci gecelerinde aynı zamanda sosyo-kültürel bir ortam gerçekleşiyor, türlüler, maniler söyleniyordu.  Gece yarısı iş bittikten sonra ikram olarak kabak tatlısı ikram ediliyordu…

“SUYU SEVER FAZLASINDAN HOŞLANMAZ”

Kabağın karakteristiği de başlı başına ilginç…
Düzce’nin entelektüel kimliklerinden (aynı zamanda eski il kültür müdürü) kabak üreticisi İrfan Hatip’e göre “Kabak suyu sever ama fazla sudan hoşlanmaz. Naz eder. Çabuk yetişen üründür. Güneş alacak, ot olmayacak, seyrek ekilecek”. Peki,‘Düzce kabağı’nın eskilerin deyişiyle ‘mümeyyiz vasfı’nı soruyorum İrfan Bey’e. Hatip şöyle konuşuyor: İklimi diğer bölgelerden farklı. Geçiş bölgesi olduğundan Karadeniz ve Akdeniz iklimi göstermiyor. Kendine has iklimi var. Toprak yapısı eski bir göl yatağı olduğundan Düzce ovası altında doğalgaz var. O nedenle de kabağın tadı farklı…

“ÜRETİMİ BİR SANAT HALİNE GETİRİLMELİ”

Büyük ölçüde İstanbul’da tüketilen Düzce kabağının rekoltesi şu anda olması gereken yerde değil.  İrfan Hatip’e göre geçmişin geleneksel ekim ve hasadı ile günümüzün modern makinaları birleştirilmeli. Tadını bozmadan, orijinalliğini yitirmeden rekoltesi arttırılmalı. Düzce’de kabak üretimini bir sanat dalı haline getirmeliyiz” 
Hatip Düzce’nin kabak haritasını şöyle çıkarıyor: 8 - 10 bin ton arası değişiyor. Ekilen köyler Üçyol (Sadova), Bostanlık, Yenitaşköprü, Ballıca, Kuşaçma, Otluoğlu. Ticari olarak bu köylerde yetişiyor.

ÖVGÜ VE SÖVGÜNÜN ARASINDA BİR YERDE

Kabağın kültürümüzde övgüden sövgüye uzanan söylemde neden ara bir konumda durduğunu araştırmak sosyal antropologların işi. Öyle ya; ‘laf söyledi bal kabağı’, ‘kabar çekirdeği gibi açılmak’, ‘kabak başına patladı’, ‘kabak kafa’ vs. gibi ifadelerin yanısıra dinsel metinlerde karşılaştığımız kabak övgüleriyle yan yana yaşıyoruz.
Bu faslın ‘kabak tadı’ vermemesi için yazıyı Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasıyla tamamlamak istiyorum:
Bunaltıcı yaz günü serinlemek için ceviz ağacının gölgesine oturan hoca, İlerdeki kocaman helvacı kabakları gözüne ilişince, kendi kendine konuşmaya başlamış;
– Şu Allah’ın işine bak, otun üstünde koskoca kabak yetişiyor, şu dalları yere göğe uzanmış, bir evleklik yer tutan ceviz ağacının meyveleri ufacık!
Tam o sırada başına bir ceviz düşmüş.
Hoca, “Ah başım!” yerinden fırlamış;
– Tövbe ya Rabbim bir daha işinekarışmam! Ağaçta ceviz değil de kabak yetişseydi.

KAVAK GÜVECİ”Nİ DUYMUŞ MUYDUNUZ?

Düzce’nin bir diğer entelektüel kimliklerinden diş hekimi kültür araştırmacısı Ulviye Dikmen’le kabakla  ilgili bir söyleşi yapıyoruz.  Önümüzdeki Kasım ayında Düzce’de yapılacak olan ‘Kabak Şenliği’ için şimdiden kolları sıvayan Dikmen kabakla ilgili öyle şeyler söylüyor ki, kendi hesabıma ilk kez duyuyorum.
Söz Dikmen’de:
“Kabak olağanüstü güzellikte bir meyve. Yapısı lifli, vitaminleri açısından çocuk mamalarından bağışık sistemine kadar faydalı meyve. Kendi kendine pişerse buharda ya da fırında fevkalade faydalı. Bağırsakları temizleyen bir özelliği var. Birçok vitamin içeriyor. Ama biz kabağı kullanırken biraz fazla abartıyoruz. Yaptığımız şeker katkısıyla kabağı zararlı hale getiriyoruz. Böylelikle doğasını bozuyoruz. Doğru beslenmeye destek olması açısından kabak mutlaka fırında ya da buharda pişmeli. Eskiden annelerimiz, anneannelerimiz bunu doğru kullanıyordu. Kabağı rendeliyordu, hamurun arasına koyuyordu. Yufkayı kalburun üzerinde açıyorlar, üzeri şekilli, sacda pişirip, üzerine süt dökerek yiyorlardı. Biz şimdi 1 kiloya kabağa neredeyse 1 kilo şeker katıyoruz, üzerine kaymak ve tahin koyuyoruz. Olağanüstü lezzet oluyor ama beslenme açısından çok yanlış bir şey. Kara kabak dediğimiz, çerkes balkabağı var mesela.  Üzerinden şapka gibi açıyoruz, içini temizliyoruz et dolduruyoruz, kuşbaşı, kuzu olunca daha çabuk pişiyor. Soğan, ayva, kayısı, siyah erik ve üzüm konuluyor. Eti kavurarak yerleştirirsek daha kolay pişiyor. Alın size kabak güveci… Kara kabağı ikiye bölüp, çanak gibi fırınlanıyor, üzerine süt döküp kaşık kaşık yeniliyor. Bunlar bizim unuttuğumuz, unutmaya yüz tutan yemeklerimizden. Pirinçlisi var. Çok az soğan rendelenip, küp küp kabak dolduruyor. Daha sonra kavurup, pirincini koyup üzerine tuz atılıyor. Buna da ‘kabak aşı’ deniliyor.

KABAK PASTASINDAN BAKLAVASINA

Bir de sarı burma var. Burarak yuvarlıyorsun, açarak yufkaya sarıyorsun. Üzerine şerbet döküyorsun. Şerbet dökülmeden yeneni de var. Kabak pastasını bilir misiniz? Kek şeklinde yapılıyor.  Üzerine püre şeklinde kabak koyuluyor. Biraz karanfil ve karabiber üzerine yayılıyor. Bu da kabak pastası. 
Kabağın baklavası da var. Cevizli baklava yapıyorsunuz ya; bu kez içine kabak koyuyorsunuz. Kabağı rendeleyip, şekerledikten sonra, baklava şekli veriliyor. Ayrıca baklava kabak ve tahinle karıştırılıyor, ceviz konuluyor. Cevizli tahinli olağanüstü bir lezzet oluyor. Bu da tereyağı süsleniyor.  Kabak dondurması var. Sahlep, ve vanilyalı dondurmanın içine konuluyor. Kadehlerde altında kabak, üzerinde dondurma ve üzerine biraz da tahin. Kabakla ile tahin olağanüstü güzel buluşuyor.  Ayrıca Çerkeslerin yaptığı soğanlı, pirinçli ve tuzlu bir kabak yemeğini de unutmayalım. “



 

Yazar Hakkında

Mehmet Şimşek

Mehmet Şimşek