Mavi » Yazarlar » Haluk Velioğlu »  Ho, ho baba

Ho, ho baba

Ho, ho baba

Dış kapının “çıt” diye hafifçe kapanması bile yüreğini hoplatmaya yetti. O ses, kapıdan evin içine doğru artan bir şiddette yayılıyor gibi geldi ona. Gözünü hemen yatağa çevirdi. “Ucuz kurtulduk” diye geçirdi içinden, “gözleri kapalı, demek ki hala uyuyor.” Bu fırsatı değerlendirmesi gerekirdi. Bunun bilincinde hemen harekete geçti. Önce, “teknik araçlardan unuttuğum var mı acaba?” diye dünden hazırladığı notlara bakmaya başladı. “Mama tamam”, “biberon tamam”, “emzik tamam”, “çocuk bezi tamam”, “deterjan…” bir an duraladı; deterjanın çocuk teni üzerinde kötü etkisi olduğunu duymuştu. Ama bir türlü anımsayamadı, kimden duyduğunu. “Kafa da kalmadı” diye düşündü. Bir seferle de bir şey olmazdı. “O da tamammm”. Listenin eksiksiz oluşu birazcık içini rahatlattı. Artık, yapacağı işlerin sırasını düşünebilirdi. “Eveeet, önce bebeğin uyanması lazım. Diyelim ki uyandı. Şimdi ne yapacaktık? Bir, hemen mama yedireceğiz. Yok, yok…Özür dilerim. Önce altı temizlenecek; iki, şimdi maması verilecek; üç, uyutulacak. Bak! Yine olmadı; gazı çıkartılacak; dört, uyutulacak. Bu bölüm de tamam”.

Kendi kendine bir “ho, ho, ho” çekti. Ve… “Aferin bana” dedi; “sen bu işi becereceksin.” Birkaç sıra hatası dışında tam not almıştı, kafasındaki sınavdan. Artık ‘Barış’ istediği zaman rahatlıkla uyanabilirdi. Kendinden emin koltuğa yayıldı. Sessizlik canını sıkmıştı: Eline bir kitap alıp, okumaya çalıştı. Her an bir çocuk ağlaması duyar gibi oluyor, hemen koşarak gidip bakıyor, mışıl mışıl uyuyan bir çocukla karşılaşıyordu. Kitap sevdasından vazgeçti. Üzerindeki gerginliği azaltabilmek için eğlenceli şeyler düşünmeye çalıştı: Gençlik yıllarına döndü, bir an. O, ilk ud öğrenmeye başladığı yıllar… Oldukça da yetenekli sayılırdı; hocası da belirtmişti bunu. Bazı geceler resital verirken bile görürdü kendisini rüyasında. Ama hep rüyalarda kalmıştı resitaller. “Hayatın cilvesine bak” diye düşündü, “udî olmayı düşlerken, reklamcı olduk.” Film şeridi gibi geçiyordu kafasından yıllar.

Birden irkildi; yine bir ses duyduğunu sandı. Dikkatle dinledi sessizliği, çıt yoktu. “Bana öyle geldi herhalde” deyip, sigara paketini aramaya başladı. Hazır çocuk içeride odada uyurken bir sigara içebilirdi, nasıl olsa. İyiden iyiye sıkılmaya başladı. Artık uyansındı. Ya uyanmazsa… “Bütün gün uyuyan bebek olur mu, aptal” diye geçirdi içinden. Pencereye doğru yürüdü, perdeyi açtı. Şu önlerindeki ağaç da olmasa ne güzel, boydan boya seyredebilecekti Boğaz’ı. O talihsiz(!) ağaç hakkındaki düşündükleri aklına gelince, gülümsedi. Şimdi ağacı düşünecek zamanı yoktu ya… Tekrar hızlı adımlarla odaya yürüdü. Yine mışıl mışıl uyuyan bir yüzle karşılaştı. Yüzü melek gibiydi. Veee; “evet, evet, tıpkı babası.”Ho, ho, ho! Birden sesinin fazla kaçtığını farketti. Bebek hafifçe kımıldadı ve derin bir nefes aldı. Heyecanla yanına yaklaştı, bebek tekrar sessizliğe büründü. Şimdi ne yapacaktı? Acaba uyandı mı? Yok yok, uyanmamıştır; uyansa ağlardı. Ama ya uyandı ise… Allak bullak oldu kafası. İyice eğildi bebeğin yüzüne, dikkatlice inceledi; uyuyordu. Tam odadan çıkacaktı ki, bir feryatla irkildi.

Evet! Nihayet Barış uyanmıştı. Hemen kucağına aldı; “vay benim oğlum uyanmış, ne de güzel uyumuş, babasının da kucağındaymış…” Bebek ise yeni uyanmış olmanın verdiği mahmurlukla anlaşılması güç sesler çıkarıyordu. Kucağındaki bebekle evde bir tur attılar. Sıra altını temizlemeye gelmişti. “Dün akşam hanım bana nasıl göstermişti?” Barış’ı sırtüstü yatırdı, kırılabilecek değerli bir eşya paketi açarcasına kundağı çözdü. “Vay kerata! Amma da yemiş.” Temizlik işi bittikten sonra, kundağı bağlamaya gelmişti sıra. En az 3-4 kez bağladı, çözdü. Her seferinde de “çok sıktım.” diye düşündü. Sonunda baktı ki olacak gibi değil, düşünmekten vazgeçti sıkıp sıkmadığını. “Çok sıksam ağlardı, madem ki ağlamıyor, bu iş tamam.” Sıra mamaya gelmişti. Yatırarak mı yoksa kucakta mı yedireceğine karar vermesi onbeş dakikasını aldı. Sonunda kucağında yedirmeye karar verdi. Yatırarak yedirirse belki boğazına kaçardı. Mamayı ısıttı, biberona koydu; ısısı normaldi. Barış kucağında, elinde biberon bir koltuğa çöktü. Baba uzatır, Barış almaz; baba uzatır Barış almaz. Biberonun emziğini bala batırmayı düşündü. O zaman hoşuna gider, yemeye başlardı belki de. Son bir kez daha denemeye karar verdi. Hırsla Barış’ın ağzına yaklaştırdı; bu kez geri çevirmedi. Ara sıra ağzından çekiyordu, rahat nefes alsın diye. Yarım saat sonra biberon bomboştu. Rahat bir soluk aldı; işin en önemli kısmını başarmıştı. Kucağında ev turlarına devam etti. Barış’ın gözleri yavaş yavaş yumulmaya başlamıştı. “Artık beni uyut” dercesine bakıyordu, babasına. Kucağında hafifçe yana yatırdı; yavaşça sallamaya başladı. “Uyusun da büyüsün ninniii…” Sesi fena sayılmazdı; hele ki ud çalarken. Yarı açık göz kapakları tamamen kapandı, Barış’ın. Kısa bir süre daha kucağında tuttu. Bir an durdu, bebeği inceledi, hiçbir tepki görmeyince uyuduğuna karar verdi ve yavaşça yatağına bıraktı. Bir süre daha yatağın başucunda durarak durumu inceledi. Emin olduktan sonra, yorgun adımlarla terk etti odayı. Kanepeye uzandı, gözlerini kapattı. Düşler ülkesine doğru yolculuk başlamıştı ki, irkildi. Uyumamalıydı! Doğruldu, kitaplıktan ilk eline geçen kitabı aldı. Sadece gözleri geziniyordu, satırlarda. Beyni ise, düşler ülkesine girebilmek için uğraş veriyordu. “Düş kurmak bile yasak artık bize.” Kitaptan bir sayfa daha çevirdi. Tüm dikkatini kitap üzerine yoğunlaştırmaya çalıştı. Sonra, bir sayfa daha, bir sayfa daha… Kitaptan hoşlanmaya başlamıştı. Ne var ki, göz kapakları kapanmaya çalışsa da, o inatla açık tutmak gayretindeydi. Kitabı okumak ile, uyumak arasında ne kadar mücadele ettiğini hatırlayamadı. Artık sonsuz bir huzur içinde hissediyordu; düşler ülkesindeydi. Uzun bir yolculuk yapıyor gibiydi. Evreni bir baştan bir başa dolaşmak isteği içini yakıyordu; her yeri görmek istiyordu, her yeri. Bu ülkede görmediği, dokunmadığı bir santimetre kare yer bile bırakmak istemiyordu. Düşler ülkesi… Sen ne kadar harikaymışsın. Beyninde belirmeye başlayınca, düşünceler hemen gerçekleşiyordu. Engin bir denizin ortasında balık tutarken anımsadı kendini; tabii oltanın yanındaki rakı şişesi ile… Düşler ve gerçekler… Çelişkiler… Çelişkiler… Düşler ülkesinde bile rahatlık yoktu insana, demek ki. Çelişkisiz bir yaşam düşledi, bir daha düşledi, bir daha düşledi.

Omuzunda bir el hissetti. Gözlerini açtı, “Nihal bu” diye düşündü. Hemen saatine baktı. Aslında, saate bakmak için kolunu uzatırken, aniden durdu ve Barış’ı aradı gözleri. Kulaklarıyla da sessizliği dinledi; “çıt” yoktu. “Rüya mı görüyorum?” Omuzunu tutan eli tuttu, o da. Sessizliği Nihal’in sesi bozdu: “Merak etme, uyuyor.”

Yazar Hakkında

Haluk Velioğlu

Haluk Velioğlu