Mavi » Yazarlar » Semih Korkmaz »  O mahur beste

O mahur beste

O mahur beste

“Bir ülkenin türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.”

                                                                                              Victor Jara

* Her tulum çaldığına seni hatırlayacağım…Ah ulan Ziya!!!

O Mahur Beste…

            Şarkılar bizi bazı günlere, zamanlara ve kişilere götürür, çünkü aklımıza değil, kalbimize seslenirler. Müziğin gönderme yaptığı şey “insan deneyiminin dinamik örüntüleridir”. Aristotales günümüzden üç bin yıl önce şöyle der; “Sadece ses olmalarına rağmen nasıl oluyor da ritmler ve melodiler ruhun halleriyle benzerlikler gösterebiliyorlar?” Bunun cevabını en güzel, tüm zamanların en iyi filmi olan Shawsank Redemption (Esaretin Bedeli) da bir sahnede alırız. Andy Dufrense; hapishane müdürünün odasında gizlice plakçalara “ La Nozze Di Figaro” plağını koyar ve dahili hoparlör ile mahkumlara dinletir. Red adındaki yaşlı mahkum bu müzik karşısında “O gün dinlediğimiz kadının neden bahsettiğiyle ilgili en ufak bir fikrimiz yoktu. Ama şarkının çok güzel bir şey hakkında olduğunu, kelimelerle anlatılamadığını anlayabilmiştim. Şunu söyleyebilirim ki, o güzel sesler, o çirkin ve kasvetli duvarlara bir incelik, bir güzellik getirmişti. O birkaç dakikanın içinde hapisteki her adam kendini özgür hissetmişti” der. Bu olay üzerine hücre hapsine çarptırılan Andy’e çıktığında “orada tek başına nasıl kafayı yemedin?” diye sorduklarında ise şöyle cevap verir; “tek başıma değildim…çünkü müzik buradaydı, yani içimde. Müziğin güzelliği budur, onu sizden alamazlar.”

            Red’in de dediği gibi, bazen şarkının neden bahsettiğini bilemeyiz. Sadece müziğe ve seslere bırakırız kendimizi. Çünkü kelimelerle hissettiklerimiz arasındaki mesafeyi kapatır müzik, duygularımızın en kısa yoldan anlatımıdır. Ünlü yazarlarımızdan bir dönem Prag büyükelçiliği de yapmış olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun (şimdiki Prag büyükelçimiz kim mi? Tabii ki Egemen Bağış…) Cemil Bey ve Münire Hanımın aşkını anlatan “Hep O Şarkı” adlı romanında aşık adam sevdiğine hep aynı şarkıyı söyler. Şartlar değişir, iki taraf da değişir, ruhsal ve fiziksel olarak çöker adam. Ama o ilk güzel günlerdeki gibi hep o aynı şarkıyı söyler.

            Bazı şarkılar bize dokunur…duyduğumuzda bizi dondurur, düşüncelere daldırır, o an etrafımızdaki her şeyden ve herkesten soyutlar. 95 senesinde kaybettiğim babamla ilgili böyle bir parçam var benim de;  “El Cordobes”…  hasta yatağında benden istediği bu parçanın kasedini zor beal bulmuş teybe koyarak, dört beş defa çalmıştım. Son çalışta gözünden akan bir damla yaş ile “yeter” demişti. “kapat”…ne anlatıyordu O’na ve  neden ne zaman alakart bir restorana gitsek bu parçayı isterdi piyanistten bilmem. Bende uyandırdığı duygular ise karmaşık. O, hayatta olmasa da ortak bir zevki paylaşıyormuşuz gibi… sonradan büyük bir merakla parçanın hikayesini araştırdım; Ünlü enstrümantal “El Cordobes (Cordobalı adam)  kompozitör Gerard Bourgeouis tarafından bestelenmiş ve İspanyolların en ünlü matadoru “Manuel Benites Peres”i anlatmaktadır. İspanya’da çocuklar fakirlik nedeniyle; kendilerini gösterebilirlerse zengin olacakları hayaliyle arenaya atlamakta, çoğu ölmekte, yaralanmakta veya sakat kalmaktadır. Bu çaresiz çocuklardan yani  “espontaneo” lardan biri de genç Manuel’dir. Dolunay zamanları yöredeki toprak ağalarının bahçelerine girip tehlikeyi göze alarak boğalarla alıştırmalar yapan genç Manuel de arenaya atlamak için ayrılırken, arkasından korkuyla ağlayan ablasına “Ağlama Angelita, bu akşam ya sana bir ev alacağım, ya da yasımı tutacaksın” der. Daha sonra Franco faşizminin o zorlu yıllarında geldiği yer ile bulunduğu yer arasında yaşadıklarını ömrü boyunca aklından çıkarmaz ve bir halk kahramanına dönüşür. İspanyollar için o artık “El Cordobes” tir.

            Lise yıllarında bir yaz tatilinde iken  İzmir’de kuzenim Uğur ile kaçamak yaptığımız bir gezide Karşıyaka vapurunda oturup, Kemeraltından aldığımız Ahmet Kaya’nın “Tedirgin” albümünün kapağındaki şarkı sözlerini okuduğumuzu hatırlıyorum. Hemen hepimizin bildiği ve dinlediği Ahmet Kaya’nın o muhteşem sesiyle yorumladığı “ mahur beste “  şarkısı vardır bu kasette. Şiir Atilla İlhan’a ait, Müjgan diye bir kadına yazıldığını düşündüğümüz bu şarkının hikayesi bambaşka. “üç fidan” için yazılmıştır aslında. Ölümsüzlüğe koşan Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in yüreğimi acıtan sıfatlarıdır üç fidan. “12 Mart sonrasının kahır günleri…Bir sabah 6 Mayıs 1972 sabahı duyar haberi radyodan Atilla İlhan, Denizlere kıymışlardır. Karşıyaka’dan bindiği vapurda; bulanık, simsiyah alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı denize bakarken henüz yazılmamış şiirin ilk mısraları düşer aklına;

            “Bir yangın ormanından düşmüş genç fidanlardı

             Güneşten ışık yontarlardı, sert adamlardı

             Hoyrattı gülüşleri, aydınlığı çalkalardı

             Gittiler akşam olmadan, ortalık karardı”

Ardından o ünlü cümle gelir;”O mahur beste çalar, Müjgan’la ben ağlaşırız”. Benim de bir kadın adı sandığım “Müjgan” eski dilde kirpik anlamına gelmektedir ve Atilla İlhan, bir şairin hassasiyeti ile Denizler için ağladığını anlatmaktadır aslında…

            Deniz Gezmiş, idam anını şöyle kurar ve anlatır; “ O sahneyi çok iyi somutladım, bir mitinge gider gibi gideceğim idama, asılma günü gelip çatınca o sevdiğim giysilerimi giyeceğim, postallarımı, parkamı…beyaz ölüm gömleği giydirmek isteyecekler, giymeyeceğim. Traş falan da olmayacağım, önce gidip orada oturacak bir sigara yakacağım, sonra demli güzel bir çay içeceğim. Haa bak Rodrigo’nun o ünlü gitar konçertosunu da dinlemek isterim orada. Sonra urganı kendim geçireceğim boynuma ve dönüp ,orada asılmamı seyredenlere “Burada ölen yalnızca bedenimdir” diyeceğim. “Ama düşüncemi öldüremeyeceksiniz, düşüncem yaşayacak”… ( Deniz Gezmiş yanılmıyordu; düşünceleri yaşadı, ama son isteği yerine getirilmedi. Ne demli çay içebildi, ne de Rodrigo’yu dinleyebildi, dinletmediler…)

            Rodrigo Vidre, henüz üç yaşındayken gözlerini kaybeder ve müziğe yönelir. 1929’da İstanbul doğumlu Victoria Kahmi ile tanışır ve evlenir. Picasso’nun en ünlü eserlerinden olan “Guernica” aslında Almanlar ve Franco rejimi tarafından bombalanan ve 1700 sivilin ölümüyle sonuçlanan bir katliamı anlatır. “Concierta de Aranjuez” ya da bizim bildiğimiz adıyla Rodrigo’nun gitar konçertosu böyle doğar. Aslında haklı, onurlu ama büyük kayıplar verilerek kazanılan bir kavganın verdiği çaresiz ama gururlu dik duruştur.

            Müzik kimileri için korkunçtur, ürkünçtür, hayalleri ve umutları diri tutar çünkü. Bundandır kimilerinin müziğe düşman olmaları. Şili’de ABD destekli darbeyle Salvador Allende’nin devrilmesinden sonra beş bin kişi ulusal stadyuma tıkılır. Victor Jara’da onlardan biridir. Stadyumda beklerken gitarıyla “Venseremos”u (kazanacağız) çalmaya başlar. Biraz sonra marş, stadyuma doldurulan tutuklular tarafından bağıra bağıra söylenmeye başlanır. Jara götürülüp dövülür; dipçikle parmakları kırılır önce, sonra elleri kesilir. Islıkla söylemeye devam edince dilini de keserler ve sonra da kurşuna dizerler…üç gün sonra bir mezarlıkta bulunan cesedinde tam 44 kurşun deliği tesbit edilir. (Şu anda başkent Santiago’da bulunan bu stadyumun ismi Victor Jara’dır.)

            Devrimci, müzisyen, öğretmen, tiyatro yönetmeni ve şair Victor Jara’nın müziğine ve yaşamına yüklediği anlamı dile getirdiği manifestosu şöyledir;

            “Laf olsun diye, güzel sesim duyulsun diye şarkı söylemem

             Şarkı söylerim, çünkü gitarımın hissi ve aklı var

             Topraktan bir yüreği ve güvercin kanatları var

             Şarkım amacını bulmuştur

             Çalışkandır gitarım, bahar kokar

             Bir şarkının ancak, en gerçek gerçeklerin şarkısını

             Söyleyerek ölenlerin damarında attığı zaman anlamı vardır

             Orada herkesin toplandığı ve her şeyin başladığı yerde

             Yüreği olan bir şarkı var, sonsuza dek yaşayacak…”

             

 

 

 

Yazar Hakkında

Semih Korkmaz

Semih Korkmaz