Mavi » Yazarlar » Murat Seven »  Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz

Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz

Eşkiya dünyaya hükümdar olmaz

Sinop zindanının karanlık hücrelerini dolaşırken, tarih boyunca insanın insana ettikleri geçti aklımdan. Resmi tarihin hep kan kırmızı zaferlerle parlatılmış, bayraklar dalgalandıran uzun anlatısında , adına rastlanmaz kalın duvarların. Ama tarih sussa da duvarlar susmaz ki.. Dilini anlayabilene kaskatı anlatır tanık olduklarını, kuşattığı acıları... Onlar, olanı biteni sessizce anlatırken, görülen manzaranın turistik kaplaması dökülür, nice yitik ve acılı ömrün hayali gezinmeye başlar bellekte. Karanlık ve dar koridorun sağ tarafında tavana yakın küçücük, camları kırık pencerelerden sızan gün ışığı öylesine solgun, öylesine cılız ki... Bir yudum ışıktan, koridorun sol tarafındaki hücrelerin payına düşen , küçücük kuru birer kırıntı sadece. Deniz mi? Ne mavisi girebilir Sinop zindanından içeri, ne serinliği… Sadece uğultusu duyulur o kadar. Şair*,o uğultuyu umut yapar şiirine,tutsaklığa katlanabilmenin avuntusu.

Dışarda deli dalgalar

Gelir duvarları yalar

Seni bu sesler oyalar

Aldırma gönül aldırma

Sabahattin Ali, Duvar isimli öyküsünde, Sinop'tan sonu hüsranla bitmiş bir kaçışın öyküsünü anlatır.

''Dokuz sene evvel, yani hapse düştüğümüzün birinci senesinde bu duvarların dibinde ahşap dükkanlar vardı. Bazı mahpuslar orada, marangozluk, oymacılık, kuyumculuk yapar ve çıkardıkları işleri dışarıdaki komisyoncular aracılığıyla limana gelen vapurlarda sattırırlardı. Biz de cürüm arkadaşımla birlikte(......) duvarın önündeki bir dükkanda çalışmaya başladık(.......)İkimizde yirmi iki yaşındaydık.''

Bu iki arkadaş bir gün çalıştıkları dükkanın duvarındaki bir taşın oynadığını fark ederler. Kısa bir uğraştan sonra taşı çıkarırlar, daracık, uzun bir koridorun ucundaki ışığı görürler. Karanlık yolu günlerce çalışarak biraz daha genişletirler. Uçta görünen ışık daha parlaktır şimdi. Duvarın üstünde nöbetçiler vardır. Hikayeyi anlatan adam arkadaşının arkasında aydınlığa ulaşmak üzere süründükleri gün korkuya kapılıp geri döner. Diğeri sürünmeye devam eder.

Firar anlaşılır, delik kapatılır. Aradan yıllar geçer, anlatıcı, firar etmemenin pişmanlığını her gün yaşar. Kaçan arkadaşıyla ilgili hayaller kurar. Şimdi ne kadar mutludur. Ah kendisi niye kaçmamıştır ki sanki. Keşke..keşke..

Bir gün surlar yeni bir düzenleme için yıkılır. O gece iki arkadaşın kaçmak için genişlettikleri delik de ortaya çıkmıştır. Sonrasın şöyle anlatır, ana hikayenin anlatıcısı.

''Etrafta bulunanlar ve bunların arasında kır saçlı mahpusla ben, o tarafa yürüdük; artık bir metreye kadar inmiş duvara tırmanarak deliğe yaklaştık. Herkes halka olmuş ses çıkarmadan,aşağı bakıyordu. Bunları aralayarak biz de sokulduk ve gözlerimizi oraya çevirdik. Elime birisinin yapıştığını, sımsıkı tuttuğunu ve sinirli sinirli titrediğini hissettim. Orada, binlerce seneden beri güneş görmemiş olan rutubetli taşların üstünde bembeyaz bir insan iskeleti uzanıyordu. Çoğu birbirinden ayrılmış olan kemiklerin ayak ucunda bir çift eski kundura, yanı başında meşin bir torba vardı. Başımı kaldırarak yanımdakine baktım: O hala elimi tutuyor ve sinirli sinirli sıkmakta devam ediyordu.

Yüzü sapsarıydı ve bu yüzde, henüz ölümden kurtulanlarda görülen şaşkın bir hayata sarılış vardı.''

Hiç unutmuyorum, yıllar önce, artık müze haline getirilmiş Sinop Cezaevini gezdikten sonra kentin, iki yanı mavi kanatlı bir kuş gibi duran burnundaki bir çay bahçesine oturduğumuzda arkadaşlarıma bu öyküyü anlatmıştım heyecanla. Sonra Sabahattin Ali'nin yazgısının öyküsünde anlatılana ne kadar benzediğini. O gün hep Sandıkçı Şükrü'yü söylemiştim.

Çok zamanlar çektim kahrı zindanı

Bize mesken oldu Sinop'un Hanı

Firar etmeyinen buldum amanı

Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz

*Sabahattin Ali

Yazar Hakkında

Murat Seven

Murat Seven