Mavi » Yazarlar » Mehmet Şimşek »  Türkiye'de futbol çürüdü

Türkiye'de futbol çürüdü

Türkiye'de futbol çürüdü

Spor yazarı Gülengül Altınsay, Türkiye'deki futbolla ilgili olarak çarpıcı değerlendirmede bulundu.  MAVİ'ye konuşan Altınsay, "Futbolu çok seviyoruz ancak futbol çürümüş durumda. Bu ortamın şiddetle düzelmeye ihtiyacı var. Mevcut yöneticilerle bu mümkün değil; 'futbolu  düzelt' diyorsun ama adam böyle olmasını istiyor zaten. Düzeni kurmuş bir kere, elindekini bırak diyemezsin, sen onu elinden alacaksın" dedi...

Gülengül Altınsay 30 yıldan bu yana kesintisiz olarak spor yazarlığı ve yorumculuğu yapan tek kadın gazetecimiz. Altınsay sporla edebiyatı büyük bir ustalıkla buluşturabilen bir üslup sahibi olarak da dikkat çekiyor.  Çeyrek asrı aşkın meslek hayatında ana akım medyada kalem oynatan Altınsay, özellikle Türkiye'deki futbolla ilgili kuşatıcı değerlendirmeleri ve analizleriyle de özel bir yere sahip. Aynı zamanda Düzce doğumlu olan Gülengül Altınsay'la 2019-2020 Türkiye futbol sezonunun ilk günlerinde yeniden gündeme oturan Pasolig uygulaması başta olmak üzere tartışmalı pozisyonlara nokta koyacak diye getirilen ama dertlere çare olması bir yana yeni çelişkileri beraberinde getiren VAR sistemini konuştuk. Altınsay'la özellikle Çarşı Grubu'nu ve kulüp aidiyeti üzerinden 'Beşiktaşlı olma'nın ne anlama geldiğini yakın plana aldık.
Ve tabiidir ki ikimizin 'ortak paydası' olan Düzce muhabbetini de ihmal etmeden...

"ROBOTLAŞMIŞ BİR SİSTEME DOĞRU GİDİYOR"

En taze konudan başlayalım. Sporda Şiddet Yasası...

Bunların hepsi kontrol. Bizde insanları kontrol etmekten hoşlanan bir sistem var. Pasolig'e başından bu yana istikrarlı bir şekilde karşı çıktım. Çünkü bizde maalesef gösterilen başka uygulama başka. Neydi gösterilen? Herkesin yeri belli olsun, kimse kimsenin yerinde oturmasın.  Herhangi bir asayiş olayı söz konusu olduğunda kişiler tek tek tespit edilsin ve cezalandırılsın. Bu insanlar nedeniyle trübünler kapanmasın. Peki yapılan o mu? Koskoca bir hayır! 3-5 kişi bağırıyor, bütün tribüne ceza geliyor. Pasolig'e para veriyorsunuz. Onun arkasında banka var. Bu işten kâr etme olayı var. Görünen başka, işin arkası başka. Sonuçta temel beklenti trübünlerde yapanın yanında kalmamasıydı.  Benim yeğenim mesela Pasolig almamaya karar verdi. Kale arkasından bir şey duyuluyor koskoca tribün cezalandırılıyor. Bu yüzden birçok maça gidemedi.  Pankartlara, bayraklara izin verilmiyor. Hani sen sorunluları yakalayacaktın? Robotlaştırılmış bir sisteme doğru gidiyor.

"ENGELLERSENİZ SİYASET İÇERİ GİRMİŞ OLUR"

Çarşı Grubu büyük darbe aldı. Grup futbolun önemli bir öğesiydi. Diğer kulüplere de örnek bir gruptu. Şu an durumu pek bilmiyorum. Ben bu konuda yıllar önce röportajlar verdim ve orada 'korkarım bu grubu dağıtacaklar' demiştim. Grubun  güncel konuları ironik, esprili bir şekilde ifadeetmesini ‘siyaset yapıyor’ diye kınıyorlar. Oysa ki hem futbola renk katıyor, hem de taraftarın duyarlığını gösteriyor. Bunun kime ne zararı var?  Taraftar kitlesinden futbolu ve ülkeyi yönetenlerle ilgili aleyhte hiçbir şey duyulmasın isteniyor. Halbuki bunu engelleyerek tam da hakimsiyaseti içeriye sokuyorsunuz. Diyorum ya,  robot, tek tip, taraftar kitlesi isteniyor. Sadece sahada değil bu. Beşiktaş tribünlerinin öyle enteresan halleri var ki, bırakıyorsunuz maçı tribünleri seyrediyorsunuz. Beşiktaş'ın maçlarını hatırlıyorum; ağzı açık tribünleri seyreden Liverpol'lu futbolcular vardı. Ancak Beşiktaş'ta da bu anlamda bozulma var. Son 1-2 yıldır Beşiktaş tribünleri eski canlılığında, duyarlılığında gözükmüyor. Bunun sebebi de, grupların etkinliğini ortadan kaldırmak, birlikte hareket etmelerini önlemek. Bunu derken de şunu söylemek istemiyorum. Geçmişte acısı çok çekildi. Tamamen tribünlerin esiri olan kulüplerden bahsediyorum. Kulüp liderlerine çeşitli imkanlar sağlamak, belediye kulüpleri ise iş imkanları bulmak vs. Bunlar resmen kulübün paralı taraftarlarına dönüşüyor. Bir süre sonra taraftar her şeye karışmaya başlıyor 'onu alma, bunu getirme' falan. Taraftarlığın da belli sınırları var. Bunu belirleyecek olan yönetimdir. Geçmişte bunlar çok yaşandı. Şimdi maalesef herkes kendi sınırından öbürüne taşma derdinde. Bu şu anda taraftarın aleyhine işliyor. Siyaset karıştırmayacağız derken siyaseti devreye sokuyoruz. Belli bir grubun isteğine bağlı taraftar kitlesi isteniyor.

Çarşı Grubu'nu nasıl tanımlıyorsun? Beşiktaşlı olmak ne demek? Kara Kartallar’ın diğer kulüplerden ayrıldığı noktalar?

"BEŞİKTAŞ HEP KENARDA DURMUŞTUR"

Çarşı'dan başlayalım. Akşam gazetesinde iken onlarla röportaj yapmıştım. (Gerçi benim ismimle değil, gazetedeki bir arkadaşın imzasıyla yayınlandı). Çarşı Grubu’nun çoğu soldan gelen muhalif çocuklar.  Özlerinde bir devrimci ruh var. Beşiktaş'ı sevenlerle birlikte grup oluşturuyorlar. Ama hepsi öyle değil.  İçlerindeaşırı milliyetçiler de var ama baskın olan solcu grup. Diğerlerini de içlerine alıyorlar. Beşiktaşlık kimliği içinde değerlendiriyorlar. Ülkücüsü de aynı tavrı gösteriyor, devrimcisi de. Beşiktaş’la ilgili bir şey olduğunda hep Beşiktaşlılık ortak parantezi içerisinde haksızlığa karşı mücadele veriyorlar.  Çarşı Grubu niye Beşiktaş'tan çıktı peki?  Beşiktaş bu üç büyüklerin küçüğüdür aslında. Sisteme çok entegre olamamıştır, memur takımıdır, halk takımıdır. Mesela Kuruçeşme'deki Galatasaray adası aslında Beşiktaş’a verilecekti biliyor musunuz? Zamanında 'biz uğraşamayız' diye Galatasaray'a vermişler! Böyle şey olur mu? Babam çocukluğunda Galatasaraylıydı. Sonra Kabataş Lisesi'ne gidiyor. Çok anarşist bir adamdı. Ardından fanatik Beşiktaşlı olmuş.  Süleyman Seba ile aynı dönem. Babam 'Beşiktaş'ın şampiyon olması için bu ikisinden üç gömlek iyi olması lazım' derdi. Onlar basından, siyasetten, devletten, bürokrasiden torpilli çünkü. Beşiktaşlıların hepsi adil olma derdindedir.

"LEHE VERİLEN PENALTIYA BİLE İTİRAZ"

Beşiktaşlılar hep haksızlıkla mücadele etmekten geldikleri için mağdur olanı da anlıyor. Dünyanın hiçbir yerinde kendi lehine verilen penaltıya itiraz görülmemiştir. 3-4 yıl önce bizzat tanık oldum. Beşiktaş'ın lehine penaltı verilmişti. Çarşı Grubu 'penaltı, penaltı değil! Eyyamcı hakem' diye tezahürat yapmıştı. Bazen göremez, objektif olamazlar ama hakikaten haksızlık istemezler. Çünkü haksızlıktan çok canları yanmıştır. Sonra Demirören, Fikret Orman'la birlikte işler değişti maalesef! Şöhret eskilerine bol para dağıtarak daha büyük kulüp olduklarını düşündüler. Hatta Demirören ‘biz futbolcu transferleriyle artık Fenerbahçe’nin yerini aldık’ gibi bir ifade kullandı.  Ben bunu yazmıştım. 'Sen Fenerbahçe olacaksan ben Beşiktaş'ı niye tutayım' diye... Fenerbahçe Fenerbahçe’dir, Beşiktaş da Beşiktaş’tır. İlginç; Van'daki Beşiktaşlı da, İstanbul'daki Beşiktaşlı da aynı olaya aynı tepkiyi gösterir. Beşiktaşlılar kendilerini hep mağdur, hep ülkenin yetim çocuğu olarak düşünür.  Mesela Fenerbahçeliler çocukluğumda 'en çok biz şampiyon olduk’ diye böbürlenirdi.Oysa ki Beşiktaşlılar için şampiyonluk sayısı önemli olmamıştır hiç. Onlar için  'hakkıyla şampiyon olmak’ her zaman en önemli şey olmuştur.

Bir Fenerbahçeli olarak benim ötekim Galatasaray olmuştur. Beşiktaşlı olarak senin ötekin hangisi?

Eskiden en fazla karşı olduğum takım Fenerbahçe’ydi.  Çünkü o yıllarda Fener medyaya çok hakimdi. Beşiktaş şampiyon olmuştu ve evimize gelen Milliyet gazetesinin manşeti neydi biliyor musunuz? “Fenerbahçe şampiyonluğu nasıl kaybetti, yazı dizisi yarın başlıyor”… Sayfanın altında dörtte bir yer: “Beşiktaş şampiyon oldu”.  Tamam, taraftarın çok olabilir ama bu kadar da olmaz ki. Sonra Galatasaray 'öyle olmaz, böyle olur' dedi. Her alanda hakimiyeti öyle bir ele geçirdi ki,  Fenerbahçe auta çıktı. Şimdilerde Fener'i daha bizden görmeye başladım. 

"VAR SİSTEMİ KİMİNE VAR KİMİNE YOK!"

Büyük umutlarla getirilen VAR sistemine eleştiriler her geçen gün artıyor?  VAR mevcut tartışmaları neden bitiremedi?


VAR sisteminin iki tane açılımı var. Bir VAR-futbol ilişkisi. İki Türkiye'de VAR sistemi. Futbolda VAR olmalı mı, olmamalı mı, yararı nedir, zararı nedir bunu tartışıyoruz. Biz bunu Türkiye'nin gerçeklerini görmeden tartışıyoruz. Çünkü VAR sisteminin hakemleri de yine bizim sahadaki hakemler. Aynı etkiler altında olan aynı sistemin adamları yani. Görüntüyü bir saniye erken durdur farklı bir şey ortaya çıkar, bir saniye geç durdur farklı bir şey... İşin içine yine bizim insanlarımız girdiği için VAR sistemi güvenilir değil. Kimine VAR oldu kimine YOK oldu. VAR futbolu kesiyor, heyecanını bölüyor, bu kadar teknik girerse ruhu da bozuyor. Ayrıca bazı hareketler ekrandan iyi değerlendirilemez. Mesela penaltıda pozisyonlarında şiddeti çıplak gözle daha iyi görürsünüz. Ayrıca işin içine kötü niyet girerse hata katmerlenir. Ama herşeye rağmen üç beş tane hatayı düzeltmesi de kârdır diye düşünebiliriz. Zaman zaman VAR’la doğru kararlar alındı kuşkusuz. Ama bu da bir dengesizlik getiriyor. Birisi için doğru karar veriyorsunuz, diğeri için vermiyorsunuz. Çizgiyi önden çekiyorsunuz ya da geriden.  Yayıncı kuruluşun da çizdiği çizgiden şüpheliyiz. Çünkü işin içine insan giriyor. Eğer insan unsuru olmadan elektronik bir şekilde çözmek mümkünse itirazım olmazdı. Ancak öyle bir elektronik sistem yok. Adalet konusunda sorunu olmayan ülkelerde de VAR’ın hatalı kararları oluyor. Adalet konusunda insanların kafalarında şüphe yoksa VAR sistemi belli haksızlıkları önleyebilir. Bizde VAR’la hakem sayısı artınca maalesef sorunlar da artıyor. Bu yüzden ben başından beri 'Türkiye'de VAR sistemi daha büyük problemlere yol açacak' dedim. Nitekim yol açtı, 3 hakem varken şimdi daha fazla hakemimiz ve daha fazla da sorunumuz oldu.

Medyada eril bir dil hakim, spor basınında bir kat daha hakim. Sen dünyayı tanıyan birisisin. Dünyada da böyle mi bu işler?

"HAKSIZLIĞA KARŞI DURMAK İSTEDİM"

Ben ilk başladığım zamanlarda Avrupa'da da kadın spor yazarı bildiğim kadarıylayoktu. Çünkü futbol erkek egemen bir alan olarak biliniyor. Ya kadınlar ilgi göstermiyordu; ya da medyada kadın yazarlara sıcak bakılmıyordu. 1989'da ufak ufak başladım.  'Türkiye'de ben ilkim' diyemiyorum ama şöyle dersem ilk olabilirim. Diyorlar ki, spor servisinde çalışan kadınlar gazeteciler vardı. Benim gibi maç yazısı yazan, futbol yorumu yapan ve bunu bir iki sefer değil; yıllardır yapan ilk kişi benim sanırım.Bir diğer ifadeyle futbol maçının yorumunu yapmak, köşe yazısı yazmak anlamında ilk sayılabilirim.Mesleğe başlarken medyada Beşiktaş için farklı bir ses olmaktı amacım. Beşiktaş'a haksızlık yapılıyor diye ben de bir şeyler söylemek istedim. Süleyman Saba zamanında Fulya'ya gidip gelirken kongre üyesi yapıldım. Ama şu anda bir gazeteci olarak kongre üyesi olmayı doğru bulmuyorum; ancak o zamanlar bunu bilemezdim. Şu bir gerçek sonuçta herkesin tuttuğu bir takım vardır. Hakemin de tuttuğu bir takım vardır. Mutlaka herkesin tuttuğu bir takım var. Hakemin de tuttuğu bir takımı vardır. Eğer işine saygılı bir insansa tarafsız olmalıdır. Bir gazetecinin de bir futbol yorumcusu olarak damümkün olduğunca objektif davranması gerekir diye düşünüyorum.

Zaman zaman duyuyoruz, ‘futbolu kadınca yorumlamak’ deniyor... Böyle bir şey var mı sahi?

"TRİBÜNDE VAR DA SOKAKTA YOK MU?"

Babam hiçbir zaman çocukları kız erkek olarak ayırmadı.  Babamla daha 5-6 yaşımdayken Beşiktaş'ı konuşurduk. Ama yetişkin hale geldiğimde bir de baktım ki çevremde futbolla ilgilenen hiçbir kız arkadaşım yok. Ta ki Galatasaray'ın Avrupa'da başarılı olduğu dönem geldi, kadınların birçoğu futbolla ilgilenmeye başladı. Kazanma ve Avrupa'da başarı hoşlarına gitti.  Galatasaray'la birlikte futbolla ilgilenmeye başladılar. Birkaç zaman sonra kadın futbolsever sayımız arttı. O dönem gazetelerde  'Gülengül yapıyorsa bizim gazetemizin de kadın yazarı olabilir' diyenler oldu. Bazı isimleri aldılar. Fakat kadının gazetelere girdiği dönemde gazete yönetimleri kadın yazarlardan ‘futbolu kadınca’ yorumlamalarını istediler.  Yani futbola kadınca bakış. Oysa ki futbol futboldur, penaltı da penaltıdır. Bunun kadınca, erkekçe bakışı olmaz. Fakat şöyle bir kadınca bakış mümkün. Kadınlar erkeklerden farklı olarak futbolcularla kendilerini özdeşleştirmiyorlar, daha duygusal bakıyorlar. Rakip futbolcu sakatlandığında da üzülüyor kadın. Bunu çoğunluk için söylüyorum. Kadınlar işin daha duygu yönüyle birlikte yorum yapabiliyorlar. Tribünde çok gördüm, erkek taraftar kendi takımın futbolcusuna küfrediyor.Küfrettiği futbolcuya bakıyorsun, yakışıklı, şöhretli, çok paralı bir erkek futbolcu.  Ama buna karşın daha mütevazı olan futbolcuya aynı tepkiyi göstermiyor. Mesela Rıza Çalımbay hata yaptığı zaman eleştirmezlerdi ama Metin Tekin yaptığı zaman 'artist' diye başlarlardı. Bana sürekli soruyorlar tribünlerde edilen küfürden rahatsız olmuyor musun? Sokakta da insanlar küfür etmiyorlar mı? Üstelik küfürü yasaklayan futbolun babalarını, yöneticilerini bazen mikrofonlar açık kaldığında küfürlü konuşurlarken yakalamadık mı? Yakın ilişkilerimizden de bunu biliyoruz. Küfür ülkenin bir parçası.  Ne ki küfürlerin hepsi kadını aşağılayıcı, rahatsız edici. Bundan rahatsız oluyorum ama bu konuda da insanlara çok baskı yapmak gerçekçi değil. Toplumun bir parçası bu. İnsanları rencide etmeden yapılan, cinsellik içermeyen, ufak-tefek esprili bazı atışmalara göz yummak lâzım.  İnsanlar deşarj olmak istiyor, rahat olmak istiyor. Onları çok baskı altına alma isteği bana ikiyüzlülük geliyor.

"BU YÖNETİCİLERLE MÜMKÜN DEĞİL"

Uzun yıllar bu alanda deyim yerindeyse kafa patlatan birisi olarak Türkiye'de futbol nasıl görünüyor?

Futbol dünyada gelişirken her gün yeni bir şeyler üretilirken biz de ne yazık ki hazırcı, kolay yoldan başarı elde etme alışkanlığı almış gidiyor. Hazır parayla futbolcu alma, futbol pastasından bir sürü insanı nemalandırma geleneğimiz oldu artık.  Futbolu çok seviyoruz ama ne yazık ki futbol ortamımız çürümüş durumda. Şu andaki futbol, futbolu en çok sevenleri bile irite etmiş durumda. Bu yüzden birçok futbolsever kendini futboldan izole etti. Mesela fanatik Beşiktaşlı kardeşim şu anda Beşiktaş’ta oynayan futbolcuları bilmiyor. Bu ortamın şiddetle düzelmeye ihtiyacı var ama bu iş bu yöneticilerle olmaz. Futbolu düzelt diyorsun ama adam böyle olmasını istiyor zaten, kurmuş düzenini bir kere. Adama elindekini bırak diyemezsin, sen onu elinden alacaksın. Şu anki futbolu yönetim biçimi, kulüpleri yönetim biçimiyle Türk futbolunundüzelmesi mümkün değil.  Şimdi devlet bankası aracılığı ile yapılandırma var. Peki o paralar nereye gitti? Tümü futbolcuya gitmiyor, aracıya, ona buna da gidiyor.  Kulüplerde birtakım adamlara inanılmaz yüksek maaşlar veriliyor. Amaç tekrar tekrar iktidarda kalabilmek.  Oysa ki adam sıradan biri hiçbir iş yapmıyor.

"DÜZCE'YE ÇOK NADİR DE OLSA GİDİYORUM"

Biraz da Düzce'den bahsetsen? Düzce doğumlu olduğunu biliyoruz. Orada ne kadar kaldın?  Nasıl hatırlıyorsun? İlişkilerin devam ediyor mu?


Babam asker iken annemle nikahlanıyor. Annemi büyükbabamın (babamın babası) Konuralp'teki evine bırakıyor. Babam askerliği bitirmedenben Konuralp'te doğuyorum. Büyükbabam Ali Kemal Arslanoğlu’nun evi şu anda tarihi eser durumunda ve koruma altında. O evde halamın çocukları oturuyor. Babamorman mühendisi. Memuriyet hayatında sürekli bir yerlere tayin oluyor. Biz her sene başka bir şehirde okumak suretiyle birçok yere gittik.  En son Sivas Lisesi'nden mezun oldum. Orta eğitim hayatım Bartın'la başladı ilkokul Silifke'de bitti. Arada başka yerler de var. Çok uzayacak diye söylemiyorum. Düzce Namık Kemal İlkokulunda 1 ay okudum. Babam ve annem de Düzce doğumlu. Babam Laz,  anne tarafım ise Abhazlar'ın Ayüdzba ve Trıpşı sülalelerine dayanıyor. Anneannem Akyazı kökenli. Samsun'dan Akyazı'ya Abhaz köyüne yerleşmiş. Annem 40 günlükken babası vefat ediyor. Annem de Üskübü'nün biraz yukarısında oradaki hastanenin yakınlarında doğuyor.  Çocukluğumda büyükbaba, büyükanne sağ olduğu için her yaz tatilinde Düzce-Konuralp'e gelirdik.  Yaz tatilimizi orada geçirirdik. 1965-66 yıllarına kadar ailecek Düzce'ye gitme gelme çok olmuştur. Düzce'yi yağmur ve yeşilliklerle hatırlıyorum. Büyükbabamın arazisi içinde yemyeşil bir dere akıyordu. Hayvanları ve atlarıvardı.  Aynı arazi içinde cami ve mezarlık bulunuyordu. Bunlar ailenin özel camisi ve mezarlığıydı. Büyükbaba vefat ettikten sonra aile camiyi belediyeye bağışladı Büyükbabam çok dindar biriydi. Çevresinde neredeyse dini lider gibi kabul görüyordu. Çocukluğumda fındığın toplandığı zamanları hâlâ dün gibi hatırlıyorum. Babaannemin karamancar lahana yemeğini, mısır ekmeğini hiç unutamam. Anneannemin mamursasını da… Çocukluğumun ilk 10 yılında sıklıkla giderdik Düzce'ye.  Sonra ender olarak amca teyze ziyaretlerine gider olduk. Büyükanne, büyükbabaları kaybettikten sonra amca ve teyzeler için iki üç yılda bir gittim. Şimdi baba tarafından en son halam 89 yaşında vefat etti.  Düzce'de benim kuzenlerim var. Çok nadir de olsa gidiyorum. Düzce'de hem anne hem baba tarafından arazilerimiz var. Maalesef son dönem Düzce'de bir inşaat furyası başladı. Her taraf betonla doldu, yerlerimizin bir kısmını sattık, bir kısmı duruyor. Anne tarafı duruyor, baba tarafından az bir şey kaldı.

KALEMLE GELEN KARİYER

Düzce doğumlu Gülengül Altınsay, Sivas Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi mezunu. 1978 yılında gazeteciliğe başlayan Altınsay, 1981-1992 arasında biyoloji öğretmenliği yaptı. 1989'da Genç İnsan Dergisi'nde yazarlığa başlayan Altınsay, sırasıyla Gelişim Spor dergisi, Güneş Gazetesi, Panaroma Dergisi, Fotospor, Sabah, Fotomaç, Star, Akşam ve Taraf gazetelerinde köşe yazıları kaleme aldı. Altınsay hâlen Cumhuriyet Gazetesi'nde köşe yazarlığını sürdürüyor.

 

Yazar Hakkında

Mehmet Şimşek

Mehmet Şimşek