Mavi » Yazarlar » Semih Korkmaz »  Yusuf Ziya Bahadanlı

Yusuf Ziya Bahadanlı

Yusuf Ziya Bahadanlı

YUSUF ZİYA BAHADINLI

Geçen sayımızda başladığımız Düzce Lisesinin öğretmenlerini incelemeye devam ediyoruz. Atilla Gösterişli’nin dediği gibi, “Hep yetişenlere baktık, biraz da yetiştirenlere bakalım.”

1957 ile 1958 yıllarında Düzce Ortaokulu Edebiyat öğretmeni “Yusuf Ziya Bahadınlı”. 1927 Yozgat Sorgun doğumlu. Baba adı Mehmet, anne adı Satı Hanım. 35 kişinin yaşadığı bir evde büyür, daha sonra aynı evde çok kişi yaşaması hakkında; “Bir evde 35 kişi yaşarsa, içlerinde bir çocuğun ne ölçüde ilgi gördüğü kendiliğinden anlaşılır. İyi de olmuş, bu nedenle kendi halime bırakıldım ve bol bol hayal kurdum” der. İlkokulu Sorgun Bahadında okuduktan sonra Pazarören’de devam eder tahsil hayatına ve 1947’de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne gider. Bu esnada Köy Enstitüleri kapatılınca Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat bölümüne nakledilir ve buradan mezun olur. Yaşamında Köy Enstitülerinin önemini şu cümleyle özetlemektedir. “Köy Enstitüleri olmasa okuyamayacaktım.” 1951 yılında İspir Ortaokulunda öğretmen iken “Çalışkan” olan soyadını, “Bahadınlı” olarak değiştirir. Soyadını değiştirmesi sıradan bir değişiklik değildir; Alevi kimliğinden dolayı yaşadığı dışlanma ve yok sayılmaya simgesel olarak da karşı çıkmıştır. Daha sonraları bu olayla ilgili “Öyle bir aşk” kitabında şöyle der:

“Başvurumu alan Yargıç, ‘neden?’diye sordu. Doğduğum yerde her şeye karşın mutluydum önceleri dedim. Doğduğum yerle çevre köyler arasında yollar vardı, ama ottan geçilmezdi. Bu köylere gidemezdim, korkardım; o köylerin çocukları da bize gelemezdi. Sonra kente gittim. On iki yaşında bir çocuk Yargıç Bey, ilk kez kent görüyor! Tavşanlar gibi ürkek. Kuşları, böcekleri, öküzü, ineği, atı, eşeği iyi tanıyor; ama saati bilmiyor. İlk kez ayakkabı giyiyor. Tek bildiği oyun, saklambaç. Kentte çocuklar acımasız Yargıç Bey. Yalnız çocuklar mı, büyükler, ah o büyükler, gözleriyle tükürürler! Okulda, dersliğin en gerisinde oturur bu çocuk Yargıç Bey, “oturur” demek  doğru değil aslında, saklanır! Hayatı saklanmayla geçti! Arkadaşlarının yanında, otobüste, trende, sokakta, toplantılarda hep saklandı! Aşağılanmamak için; dost yitirmemek, sevgi yitirmemek için!...”

Yusuf Ziya Bahadınlı devamında uzun uzun Anadolu Aleviliği ve Batıniliğinin tarihsel sürecini anlatır ve şöyle bitirir.“Kültürümüzde, evimizde, çevremizde davranışlarımıza yön verecek; güveneceğimiz, bizi yalnızlıktan kurtaracak, geliştirecek sorgulayacak, düşündürecek ve mutlu edecek değerleri uygulayacak düzene ulaştıracak yollar vardır. Biz böyle var olduk Yargıç Bey, biz böyle kendimiz olduk, böyle Bahadınlı olduk. Biz şimdi bir düşünceyiz Yargıç Bey, bir yaşantıyız, bir rengiz. Ben Bahadın’da doğdum Yargıç Bey, ben Bahadınlıyım.”

İspir’deki öğretmenlik yıllarından sonra 1952 ile 1954 yıllarında Cilavuz ( Susuz ) İlköğretmen Okulunda görev alır. Düzce Ortaokulunda geçirdiği yıllardan sonra istifa eder ve hep hayalini kurduğu yayınevi için İstanbul’a taşınır. Yayınevi için Kadıköyde bir yer tutar, ama işler istediği gibi gitmeyince bakkal dükkanına dönüştürür. Buradan kazandığı parayla da “Hür Yayınevi” ni kurar.

Bu esnada Türkiye İşçi Partisi ( TİP ) tarafından, Yozgat ve çevresini örgütleme görevi verilir kendisine. İşe sıfırdan başlar, tek başına köyleri gezerek üye toplar ve Yozgat’tan ilk defa milletvekili çıkar. 1965 – 1969 yıllarında 14 TİP milletvekili içinde mecliste bulur kendini. Bu yıllarda yaşadıklarını ve mecliste başlarına gelenleri, “Meclisin İçinde Vurdular Bizi” adıyla kitaplaştırır daha sonraları. – Bu arada usta gazeteci Hasan Pulur’un 16 Nisan 1967 yılında yayınlanan köşe yazısında Düzce ile ilgili ilginç bir anektod vardır.  Şöyle ki; Düzce TİP Kongresi için ilçemize gelen yazar Yaşar Kemal’in konuşması “Moskova’ya… Moskova’ya…” şeklindeki sloganlarla kesilir. Konuşmasına ara veren ünlü romancı biraz tereddütten sonra şöyle devam eder: “Gardaşlar!... bir kere bağırdılar, Moskova’ya gittim ve döndüm. Eğer istiyorsanız yine gider dönerim!...”

Takvimler 12 Mart 1971 yılını gösterdiğinde dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve üç kuvvet komutanının TRT Haber bültenlerinde okunan, hükümete yönelik muhtırası ile Ordu, “Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Talimatı”nın Anayasa’dan daha üstün bir belge olduğunu “pratikte” kullanarak Adalet Partisi Hükümetinin düşmesine sebep olur. Her ne kadar adı darbe olmasa da “egemenliğin kayıtsız şartsız ait olduğu” söylenen milletvekillerinin elinden alınmıştır halkın iradesi. Ve ne yazık ki 26 Nisanda ilan edilen “sıkıyönetim” Yusuf Ziya Bahadınlı ve kendisi gibi düşünenler – yaşayanlar – için zor günlerin başlangıcıdır. Hazırladığı “Türkçe Deyimler Sözlüğü” kitabı okullara sokulmayınca, “Aydın Su” adıyla hazırlanır. Yayınevi sürekli baskı görüyor ve çıkardığı dergiler toplatılıyordur. Öyle ki yedi sayının beşi toplatılmıştır. Ama en kötüsü, kanser tanısı konulan karısına yurt dışına çıkabilmesi için pasaport dahi verilmemesidir. 1970 ve 1974 yıllarında siyasi yazılarından dolayı iki kez yargılanır ve ikisinden de aklanır. 1975 yılında ikinci kez kurulan TİP kurucuları arasında yer alır. Bu arada romanlar da yazar. “Güllüceli Kazım” , “Güllüceyi sel aldı” , “Açılın kapılar” , “Devekuşu Rosa” Bahadınlının eserleridir.

1979 yılında Bavyera Kültür Bakanlığı tarafından Almanya’ya davet edilir. Bu esnada yaşanan 12 Eylül darbesi üzerine Türkiye’ye dönemez ve bu ülkede yaşar. 1991 yılında pek çok insanımızın “gerçek anlamda” hayatını karartan ünlü 141 ve 142. Maddelerin Anayasa’dan çıkartılmasıyla ülkeye dönebilir. - Hemen herkesin bildiği ve senaryosunu “Gülo” karakterinin babası rolünde gördüğümüz  İhsan Yüce’nin yazdığı “Kibar Feyzo” filminde, bu maddelere bir gönderme vardır. Maho ağa, marabayı azarlarken şöyle der: “Şunun şurasında 141- 142 başsınız, ağanıza hıyanetlik edersiniz ha! Vallah sataram köyü!”

Eğitimci, yazar Müslüm Kabadayı şöyle yazar Yusuf Ziya Bahadınlı hakkında; “Onun yaşamı, bir bakıma 20. Yüzyılın Türkiye’sinin tanıklığıdır. Yoksulluk ve cehaletle geri bırakılan Anadolu insanının, özellikle köylüsünün yaşadığı zorlukları, kentlere ve başka ülkelere çalışmak üzere göç olgusunu, yiten yaşamları, yok edilmek istenen ortaklaşmacı kültürü, kapitalizm tarafından sakatlanan aşk ve sevgileri, onun öykü ve romanlarının temel izlekleridir.”

Yusuf Ziya Bahadınlı şu an 91 yaşındadır ve hala “düşünüp sorgulayabilmektedir.”

Ünlü Yönetmen Nuri Bilge Ceylan, 61. Cannes Film Festivali’nde “Üç Maymun” filmiyle kazandığı “ En İyi Yönetmen” ödülünü alırken, teşekkür konuşmasında “Bu ödülü tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkeme adıyorum” demiştir. Mesele tam da budur. “YALNIZLIK”. Ülke içinde yaşayanlar olarak bile yalnızız. O yüzden bir araya geliyoruz ve başlıyoruz diğerlerini suçlamaya. Düşüncelerimiz ve/veya yaşam biçimlerimizin onlardan daha doğru olduğuna inanıyor, onları aşağılıyoruz. Bilenlerin eskiden beri, bilmeyenlerin ise popüler kültür sayesinde tanıdığı “İdris Babamız” yani Ercan Kesal şöyle der: “İnsanları siz etnik ya da siyasal kimliklerle tanımlamaya, bölmeye başladığınız zaman sınıfsal düşünmekten de uzaklaşıyorsunuz. Benim için yerin yedi kat dibindeki fason atölyede sigortasız çalışan bir kızın Kürt mü, Alevi mi, Türk mü olduğunun ne önemi olabilir? İnsan kendinde olmasını istediği herhangi bir şeyi bir başkası için de aynı şiddetle isteyebiliyorsa insanım diyebilir.” Mesele tam olarak ta budur aslında. Hepimiz farklıyız. Yaşamını sunmaya çalıştığımız Yusuf Ziya Bahadınlı’nın hikayesindeki gibi, “Biz şimdi bir düşünceyiz… bir yaşantıyız… bir rengiz…” Oysa her şey Nazım’ın dediği gibi kolay… “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”

Orman gibi olabilmemiz dileğiyle…

Yazar Hakkında

Semih Korkmaz

Semih Korkmaz