Doğum günüm nedeniyle
Mavi HaberleriÇünkü yaptığım işin doğru olduğuna inanıyorum.
Size bugüne kadar hiçbir yerde paylaşmadığım bir yazıyı yazacağım. Gazeteciliğe nasıl başladığımı… Tarih 1972. Ortaokul 2’inci sınıfa gidiyorum. Babamla amcamın işlettiği bir dükkan var, hemen evimizin ön tarafında. Okul harici zamanlarda ben de dükkanda duruyorum. (Bu durum liseden mezun olduğum zamana kadar da sürdü) Gecenin bir yarısı, sabaha karşı alarm sesi ile irkilerek uyandım. Odadan fırladığımda babam dış kapıyı açmıştı bile. Alarm aslında bir zil düzeneğiydi. Dükkanımıza ilk hırsız girdiğinde, babam, dükkanla ev arka arkaya olduğu için, kasa açıldığında çalacak şekilde zil tertibatı kurdurmuştu. Böylelikle hırsızlık olayına anında müdahale edilebilecekti.
O güne kadar da bu tür olayla hiç karşılaşmamıştım. Ben daha merdivenlerin başındayken babam çoktan dükkana ulaşmış, hırsızı kolundan tutmuştu bile. Ben, o an sadece izleyici pozisyonunda kalmıştım. ‘Hırsız’ diye karşımıza benden bir-iki yaş daha küçük bir çocuk çıkıvermişti. Gördüğüm, korku ile büyümüş gözler, sürekli titreyen dudaklardı. Babamın kolları arasında çırpınan bir kuş vardı sanki, uçamamış, çaresiz kalmış. Babamın neler söylediğini duyamıyordum. Sonradan anladım ki, etraftan kimse duymasın diye alçak sesle konuşuyormuş. ‘Sakın bir daha yapma, her zaman şanslı olmayabilirsin’ demişti. Sabahın ilk ışıkları etrafı aydınlatmaya başladığında benim hafızama kazınan son görüntü; O küçük çocuğun babamın yanaklarından öpmesiydi.
O, özgürdü artık. Ama yaşamı tutsaktı. Aslında, kısacak zamanda neler yaşamıştım. Korku, şaşkınlık, anlamsızlık… Hiçbirini birbirine bağlayamadım. Eve dönerken, babam, yine kısık sesle ‘ Sakın bu olanları kimseye anlatma, gerek yok’ demişti. Oysa çok etkilenmiştim. Birden büyüdüğümü hissettim. Eğer ‘anlatamayacaksam’, ‘yazmalıydım’. O geceden sonra, babam, O küçük çocuğun girdiği dükkan camını kaldırdı, oraya duvar ördü. İşte, o ‘duvar’ benim ilk gazetem oldu. O ‘olayın’ yaşandığı ‘duvar’ üzerine, dükkanımızda da sattığımız kartondan gazete yaptım. Mahallemizden haberler yazıyordum, öyküler alıntılıyordum, şiirlere yer veriyordum. Kartonun tek yüzünü kullanıyordum. Evimize giren gazetelerden mizampaj (tabii o zamanlar bu tanımı bilmiyorum) yapıyordum. Böylelikle ilk gazetemin adı da DUVAR olmuştu.
Yıl 1974-1975… DUVAR gazetesi Düzce lisesine taşındı. Ne kadar mutlu olmuştum. DUVAR gazetesi bir dükkanın duvarından bir lisenin panosuna terfi etmişti. Kim bilebilirdi ki, tam 20 yıl sonra o liseye öğretmen olarak gelerek, o panoya gazeteleri öğrencilerimle birlikte bizzat hazırlayacağımı. 5 yıl lisede öğretmenlik yaptım. Bin’i aşkın öğrencim oldu. Öğrencilerim bilir tabii ki, dersin yarısı ‘lise dersi’,yarısı ise ‘hayat dersi’ olmuştu. ‘Tavuk Suyuna Çorba’ öykülerini anlatmadığım, okutmadığım hiçbir sınıfım olmadı.
60 yaş geride kaldı. Ulusal, yerel gazeteler, dergilerde binlerce haber, makale yazmışım. Gazetecilikten başka hiçbir iş yapmadım. Başka bir iş beceremeyeceğimi de biliyorum. Ya yazmam lazım ya da konuşmam. Bunun için de çok okumam lazım. Bu yüzden kalem biriktiriyorum. Kim yurt dışına gitse kalem istiyorum. Yaşamımda kalemden güç alıyorum.
Ve son söz
İnsanları çok seviyorum. Beni yazmaya iten, dükkanımıza giren O küçük çocuğun gözleriyle hayata bakıyorum. Kalemimin mürekkebini, O küçük çocuğun babamın yanağına kondurduğu sevgiyle dolduruyorum. Ne mahkemeler, ne tehditler, ne bıçaklanmam beni bu yoldan döndürmedi. Çünkü yaptığım işin doğru olduğuna inanıyorum.