Yüreğin Gözü
Mavi HaberleriBir heykelle ilk defa konuşmanın verdiği heyecanla, "Siz," diye seslendi küçük kız. "İnsan Hakları Anıtı mısınız?" Sessizlikle karşılaştı. Heykellerin konuşamayacağını ona kimse söylememişti ki. "Sizi niçin gözaltına aldılar, kötü bir şey mi yaptınız?" Yine sessizlikle karşılaşınca heykelin moralinin bozuk olduğunu düşündü. Annesi de üzgün olunca konuşmak istemez ama küçük kızını dinlemek yarasını iyileştirirdi. Bir gece o, tam da uyuma numarası yaparken annesi eğilip kulağına fısıldamıştı bunu.
Küçük kız, konuşmanın heykele de iyi geleceğini biliyordu, devam etti: "Biliyor musunuz? Ben de kitap okumayı çok seviyorum. Küçük Prens'i bitirdim en son." Bugüne kadar gazlardan nasibini fazlasıyla alan ağaçların yaprakları, kötü bir şeyin habercisiymiş gibi hışırdamaya başlamıştı. "O kitapta bir tilki vardı," dedi küçük kız. "Yüreğimizin bir gözü olduğunu söyledi." Şimdi bunu rahatlıkla söylüyordu ama ilk duyduğunda minik kalbi yerinden çıkacak gibi olmuştu. Yüreğin kalp demek olduğunu tabii ki biliyordu. Ya kalbin gözü? Bir gözümüz daha mı varmış! diye heyecanla çığlık atmıştı kız. Koşturup annesine sormuştu: "Anne, anne! Yüreğimizin bir gözü mü var?” Kadın hiçbir şey söylememiş, sadece gülümsemişti. Küçük kız, cevap vermeyeceğini bilmesine rağmen bu soruyu heykele de sordu. Yanından her gün geçip gittiğimiz bir şeyi, durup ilk defa incelerken detaylar fark edilmeye başlardı ya, o da her gün okula giderken yanından geçtiği heykelin, dudağındaki tebessümü görür gibi oldu. Heykel de annesi gibi düşünüyor olmalıydı. Demek ki yüreğimizin bir gözü vardı ve bu, insanlara gülümsemeyi gerektiriyordu. Öyle ki, gülümsemeyenlerin yüreğinin gözü olmasa gerekti. Bu insanlardan korkmalıydı.
Sonra birden bir hareketlilik oldu. Paralel sokaktan sloganlar geliyordu: "Eşitlik!" diye bağırıyorlardı, "adalet ve barış!" Küçük kızın bunların anlamını bildiği pek söylenemezdi. "Eşitlik" kelimesini, hiç sevmediği matematik dersinden pekâlâ biliyordu. Ama "Adalet" teyzesinin, "Barış" ise sıra arkadaşının ismiydi. Kız şaşırdı. Hadi slogan atan bu insanlar matematiği seviyor da ondan eşitlik diyordu diyelim, peki ne demeye sıra arkadaşının ve teyzesinin ismini avazları çıktığı kadar bağırıyorlardı ki? Sonra rap rap rap diye postal sesleri duyuldu. Polislerin ellerinde joplar, kafalarında kask ve ellerinde kalkanlar vardı. Koşa koşa gelip birden durmuş ve yan yana dizilmişlerdi. Önlerinde ise tek adam duruyordu. Küçük kız merak içindeydi. Slogan atanları soracaktı, "Polis amca," diyecekti, "niçin sıra arkadaşımın ve teyzemin ismini bağırıyorlar?"
Yağmur bardaktan boşanırcasına indirmişti. Kaldırım taşları ıslanmış, yerler bulutların gümüşi rengini yansıtıyordu. Bu bulanık ve hareketli tablodaki karaltılar bir belirip bir yok oluyor, adeta dans ediyordu. Küçük kız tek adamın önüne kadar ağır adımlarla yürüdü. Kafasını kaldırdı ve abisinin izlemeyi çok sevdiği Robocop filminden fırlamış gibi gözüken bir adamın, polis şefinin karşısında dikildi. "Polis amca," diyebildi küçük kız. Duraksadı. Önce tek adama sonra arkasındakilerin yüzüne baktı. Bir ifade arıyor gibiydi. Sonra sormaktan vazgeçip sustu, arkasını döndü ve koşmaya başladı. İşte küçük kız o anda bu adamların gülümsemediğini ve dolayısıyla yüreklerinde göz olmadığının farkına varmış ve hayatında ilk defa gerçek korkuyu yaşamıştı.
Heykel kitabını okumaya devam etti.